1 Nisan 2013 Pazartesi

afiyet olsun..

a-buyurun siz ne alırdınız?
b-şu köfte gibi şeyden alayım 1 tane
a-..
C: hanımefendi rosto istiyor.
b-...

yemek yemeyi sevmem yani severim ama, "bilmemkimin yanına şöyle bir yağ dökeceksin onu da bir şey otuna batıracaksın da sonra fırınlayıp yanına da berikini koydun mu ooofff" diyenlerden değilim.. yağlı olmasın, eti kokmasın, nane, sirke olmasın benim için kafi.. hatta uyduruk olmayan (misal:poğaça-çay) bir kahvaltıyla normal insanın alacağı zevkin %10 daha fazlasını alabilirim.. meyve de işimi görür, hatta beni bir yere götürmeye ikna edemezseniz (ki böyle bir şeyin olması düşük bir ihtimal) ya da ikna edemeyeceğinizi düşünürseniz " ama orda çok süper meyveler var, meyve kebabı, meyveli börek var" diye atıp tutsanız bilin ki kesin giderim nereye isterseniz.. ama orda vaad ettiğiniz şeyleri de göremezsem çok bozulurum, arkadaşlığımızı sorgulamaya başlarım, belki de her fırsatta bunu yüzünüze vurabilirim. üzülürüm yani açıkçası, bunları sadece normal yemekten ne kadar hazzetmediğimi, kahvaltı, meyve ve ıvır zıvırı ne kadar çok sevdiğimi anlatmak için yazdım. yapın diye değil. buradan alınacak ders beni nasıl kandıracağınız değil, nasıl meyveli börek yapabileceğinizdir. şimdi düşündüm de aslında bu çok kolay bir şey. yufkayı alsan, biraz sütle ıslatsan, sonra bir kat daha yufka koysan (meyve sulu olduğu için yufka kalın omalı ki delinmesin diye düşündüm, mantıksız değil bence) sonra içine muz, haşlanmış elma ya da rendelenmiş bilemedim şimdi.. koysan sarsan böyle sigara böreği yahut diğer börekler gibi. üzerine kızarması için yumurta sürülür mü bilmem ama toz şeker serpiştirip fırına versen fena mı olur? bence güzel olur.
herneyse, konumuz bu değil, konumuz bir ev yemekleri yapan lokanta gibi hüç lüks olmayan, hiç kendine özel tarifleri olmayan, bildiğin sulu yemek, kısır, cart curt yapan yerde nasıl rencide edilişimdir. belki rostonun nasıl bir şey olduğunuz bilmiyorumdur, belki biliyorumdur da senin yaptığın yemek rostodan ziyade başka bir şeye benziyordur, belki de senin yaptığın rosto hakikaten köfte gibi bir şeye benziyordur ama ne köftedir ne de şimdiye kadar gördüğüm başka bir şeydir. beni neden elalemin içinde hanımefendi rosto istiyor diye rencide ediyorsun? bana kendimi neden köyden teyzesini yanına göç etmiş ayşecik gibi hissettiriyorsun?



12 Mart 2013 Salı

o benim diyor, dokunanı yakarım, ne yapmalı ne etmeli bir oyunbazlık bir şeytanlık...(bkz:ali desidero)

geçenlerde bir makale okudum. sosyal medyadaki davranışlar ve insan içgüdüsü ile ilgili, şimdi buraya yazamayacağım bir ton faydalı bilgi öğrendim. hepsini değil de sadece ufak bir bölümünü, sizlerden "aa hakkaten lan" onayını almak için yazacağım. 


yazıda facebook'ta sevgili fotoğrafı paylaşmanın hayvanların kendi sınırlarını belirlemek adına oraya buraya işemesiyle olan benzerliğinden bahsetmiş. nasıl ki bir hayvan evcil, vahşi farketmez, o köşeye işeyip "bakınız buradan ben geçtim, bana atılan mamaları yemeyin yahut benim avlanacağım heyvanlardan avlanmayın" demek istiyorsa, facebook üzerinden sevgilisinin fotoğrafını paylaşan insan da "bakın bu benim, aklınızdan bile geçirmeyin onu, hele hele sevmek, dokunmak!! ağzınızı kırarım" demek istemekteymiş. şahsen "aa hakkaten lan" dediğim nokta işte burası. adam haklı, kanıtı da var çalışmış, anket falan yapmış... bu noktada söylemek isterim ki makalede falan okumadım, bir şekilde blogumuza gelmiş olan bilimsever bir kaç insanı yazının içine çekmeye çalıştım. olmuş mudur? olmamıştır biliyorum, ama insan umut ediyor işte. bilime, bilimadamlarına ve bilimseverlere sevgiler, saygılar..

ne diyorduk; işemek Vs. fotoğraf paylaşımı.. ne kadar da mantıklı. tut ki sevgilinden ayrıldın, nası ki o koltuğa sinen kedi çişi kokusu çıkmaz, o fotoğraflar da ne kadar silsen bitmez, ordan çıkar burdan gelir. silsen "aybolur mu acaba?" silmesen "yanlış sinyal mi veriyorum ki?" ya da "silmemsem bilmemkim (yeni hoşlantısı) ayrılmadık sanır da benden umudu keser mi?" derdi var. ne bileyim, garip. yani hani kimi çiftlerden biri öbürünün sanki kaçacakmış gibi tutar ya, bu da öyle bir şey değil mi? 1-2 fotoğraf "arkadaşı herhalde", 3-5 fotoğraf "hmm bunların arasında bir şey mi var?", yaklaşık 10 fotoğraf "galiba sevgililer",  daha fazlası ise "ben biliyordum zaten, şüphelenmiştim" demek değil mi?
öyle.

3 Mart 2013 Pazar

dizgi

hani baskınlarda falan bulunan mermilerle yazı yazıyorlar ya, kim yazıyor onu kim diziyor mermileri? stajyerler mi? ilk dizmede başarılı olunuyor mu? devrilir çünkü zor. bir de ya yetmezse mermi yazı yazmaya? ona göre ayarlanıyor mu?

bakın mesela buna yetmemiş

pardon?


dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye merhaba dedim. o da bana “pardon?” dedi. ya merhaba dediğimi duymadı ya da çıkaramadı. çıkaramaması normal tanışmıyoruz zaten de, o pardon deyince ben tekrar merhaba diyemedim , “efendim?” deyip, soru sorarcasına baktım adama. zaten kulağımda kulaklık vardı, tekini çıkarıp merhaba demiştim, o da öyle “pardon?” deyince sanki onun pardonuna istinaden kulaklığın tekini çıkarmışım gibi oldu, o öyle zannetti yani. bir daha “pardon” dedi ama bu sefer özür dileme amaçlı, özür de değil de işte, bir yanlışlık oldu anlamında. bu sefer de “pardon senin anandır” dicektim ama kulaklığımın tekini takıp yoluma devam ettim.

20!



dilinin en dip tarafı ağrımaya başladı. artık vakti gelmişti. o gün neler yapacağını planlamaya başlamıştı bile. anlattıkları kadar çok acı çekmeyeceğini düşünerek yaklaşık 2 saatini bu işe ayırmış geri kalanı için vur patlasın çal oynasınlı planlar yapmıştı. planını yaparken arkada iz bırakmamak için çok alakasız insanlarla görüşmeyi tercih etmişti. hem ne zamandır "şunu da bir arasam" deyip aramıyordu. işte şimdi vakit o insanları arama vaktiydi. senelerdir iple çektiği o kutsal gün sonunda gelmişti işte. işe gitmemesini sağlayacak önemsiz ama bir o kadar da önemli mazeret aynaya bakıp ağzını açınca “hello” der gibiydi.

Küçük hesapların adamı gururla sunar; Yirmilik Diş!

Oynayan: Adam

Oynatan: Yirmilik Diş


taşınmak



geri döndük.. çok efsanevi bir dönüş değil evet, büyük bir beklenti de yok aslında ama döndük.
bizi arayan arayan oldu mu?

13 Ağustos 2011 Cumartesi

100 metre öteye taşındık

taşındık biz, şuraya http://uykuluyum.tumblr.com/
güle güle blogspot, güle güle bir türlü aynı şekle girmeyen fontlar

12 Ağustos 2011 Cuma

deh!

-alo
-alo burak naber?
-aa gamzecim iyidir senden naber?
-iyilik benden de, nasıl albüm malbüm yok galiba
-yok ya bıraktım ben o işleri, zaten hatırlamak istemiyorum hiç, nasıl bir gaza geldim öyle
-olsun öyle deme güzeldi o günler de, neyse. ya şimdi hatırlatmak gibi olmasın da bi ricam olacak senden
-tabi tabi ne demek
-hani bi tane şarkı vardı ya "yaşandı bitti saygısızca.." onu bi söylesen nakaratını
-yaşandı bitti saygısızcaaaa aldatmanın tadına varınca.... (siz sayın okuyucular burda şu linkten;
http://www.youtube.com/watch?v=AJz5DOlorbg 1:06 ila 1:26 lık kısmı dinleyin, sonra kapatın.)
-hah oh sağol
-rica ederim. görüşelim bi ara uzun zaman oldu, at çiftliği aldım ben, gel ata binelim.
-aa hayırlı olsun, nerden çıktı?
-ya işte, bir hevestir aldım, sonra satmak istedim satamadım elimde kaldı. biniyorum işte arada değişiklik olsun diye.
-eheh iyi o zaman, geleyim hemen.

-----

yani ilişkiler illa aldatarak aldatılarak bitmez tabi bunu kastetmiyorum. sadece yaşandı bitti kısmı ilgilendiriyo beni, o yüzdendir ki bu şarkıyı dinleyince derdim tasam kalmıyor benim. atasözü gibi bişey. hay bin yaşa burak kut. şimdi ben gidiyorum biraz at bineyim, dehleyeyim.

22 Şubat 2011 Salı

ben böyleyim

hırsızlığa meyilim var. ama madde hırsızlığı değil, manevi hırsızlık. birinden komik bir şey duyduğumda ya da çok beğendiğim herhangi bir şey duyduğumda, onu sanki kendim bulmuşum gibi sergilememek için kendimi tutuyorum. hatta bazen tutmuyorum, söyleyiveriyorum ne yalan söyleyeyim. çok nadir ama, zor bir şey çünkü. yani 1-2 kere yapmışımdır böyle bir şeyi ama binbir kere içimden geçirmişimdir. neden yapmıyorum; biri demiştir bana, başkasına da demiştir, sonra benim tutup "yahuu geçen aklıma geldi de..." diyerek başkasından duyduğum lafı, fikiri vs. bir başkasına anlattığımda, anlattığım kişinin bunu ilk sahibinden duymuş olma olasılığı vardır değil mi? az da olsa vardır. hatta belki de hiç bir zaman anlamadığım, olasılık derslerinin favori sorusu; "bu sınıftaki 2 kişinin doğum gününün aynı olma olasılığı" gibi umulmadık bir şekilde yüksek çıkacak bir olasılıktır. o yüzden tutuyorum kendimi. bir de tabi vicdanım elvermiyor. ama bir keresinde başkasından duyduğum komik bir şeyi "rüyamda gördüm ben bunu" diye anlattım. tesadüf o ki, anlattığım kişi anlatmış meğersem bana onu, "ben anlattım onu sana be!" dedi. çok utandım. ama onu zaten bilerek yapmamıştım, kendiliğinden oluvermişti. şu anda kendimi kontrol edebiliyorum. ama günün birinde anonim bir insan olmaktan çok korkuyorum. durumum budur. saygılar.